Varamadığın hedeflerin düşkırıklarına dönüşmüşse, henüz bu hayattan birşey anlayamamışsın demektir...Hedefler, umutlar, ümitler... Hayatımızı, geleceğimizi bunlar üzerine kuruyoruz. Ama kimi zaman hedeflerimize varamayacağımızı hissettiğimiz, hayalkırıklığı yaşadığımız dönemler olabiliyor. Ancak yapılacak en büyük yanlış herhalde bu başarısızlıkları hayatımızın düşkırıklıkları olarak algılayıp sararmış eski sayfalar olarak hayat denen kitabın arka sayfalarında bırakmak olacaktır. Çünkü
umut denilen şey bir hedef değildir ki ona ulaşıp ulaşamamak bir sonuç, hayat oyununda kazanılmış bir skor olarak hanemize yazılsın. Umut bir son değil, aksine bir süreçtir. Eğer bir son olsaydı, hayatımız da umutlarımız, ümitlerimiz gerçekleştiğinde sona ermez miydi? Umut denen şey insanın geleceğe bakış açısından başka bir şey değildir aslında. O zaman umutlarınız, istekleriniz, beklentileriniz gerçekleşmediğinde bu sizin ancak moralinizi bozabilir, geleceğe bakış açınızı değil. Tersi gerçekleşiyorsa bu hayata dair bazı yanlış algılamalar içersindesiniz demektir ki bu sizi umutsuzluğa, hedefsizliğe, başarısızlık korkusuna, yani bir bütün olarak gelecek kaygısına itebilir. Bu
süreç dediğimiz olguda olağagelen başarısızlıklar aslında bizim ilerisi için cebe atmamız gereken birer deneyimlerden başka bir şey değillerdir. O zaman,
BEN, umudu kaybetmemek ve/veya başarısız olarak adlandırılmamak adına korkup denememektense, deneyip başarısız olmayı yeğlerim. Çünkü bir kazanımım olacaktır. Bu düstur her kim tarafından hayat felsefesi olarak algılanırsa, bu hayat daha anlaşılabilir, daha kolay uygulanabilir bir süreç halini alacaktır.